|
Vadideki Nine
Su akar gider denize kavuşur.
Ay güneşi kovalar gece olur.
Masal ülkesinde bir telaştır başlar: Padişah
kızının bu geceki masalı hazır mıdır?
Aynacık nerede? Hadi acele edin. Uyku krallığı bizden önce
davranırsa gücümüzü yitiririz.
Ve sevgili aynacık son anda nefes nefese bir masal ile gelir: Kusurumuza
bakmayın prensesim. Ceylanları bir araya getirmek zaman aldı…
Adı belki de hiç duyulmamış ülkenin birinde, bir
delikanlı annesiyle beraber yaşarmış. Küçük bir dağ
köyünde, minicik evlerinde güzel günler ve güzel geceler geçirirlermiş.
Sofralarından bereket, yüzlerinden tebessüm hiç eksik
olmazmış. Babalarını çok çok eskiden, delikanlı
henüz bir bebekken kaybetmişler. İşte o zaman anne-oğul
yalnız kalmışlar. Üzülmüşler, ağlamışlar;
fakat yapabilecekleri bir şey yokmuş.
Küçük bir bahçeleri varmış minik evlerinin önünde. Onu
ekip-dikerle, onun sayesinde karınlarını
doyururlarmış. Ne az diye yakınırlarmış, ne de
daha çok olsun diye aranırlarmış.
Aradan yıllar geçmiş. Çocuk, fidan gibi boy atmış,
delikanlı olmuş. Fakat yıllar annesinin gücünü
azaltıyormuş gitgide. Artık eskisi gibi bahçeye gidip
çalışamıyormuş. Saçlarına aklar düşmüş.
Dizlerinde derman kalmamış. Delikanlı da zaten onun
yorulmasını hiç istemiyormuş. Bahçenin ekimini tek
başına yapmaya başlamış. Dağa da
çıkıyormuş arada bir, odun kesmek için. Bu odunları eve getirir,
soğuk günlerden onlarla ısınırlarmış. Artan
odunları da şehirde satarlar üç-beş kuruş
kazanırlarmış.
Delikanlının annesi artık iyice yaşlanmış.
Güzel mi güzel, şirin mi şirin bir nine olmuş. Tatlı
dilli, hoşsohbet bir ninecik… Komşuları onu pek
severlermiş. Üzülmesine hiç dayanamazlarmış. Delikanlı da
istemezmiş tabiî annesinin üzülmesini.
Ninecik yemek pişiremiyor, evi temizleyemiyormuş artık.
Devamlı yalvarıyormuş:
- Bir tek oğlum var. Onun mutlu olmasını isterim. Ne olur,
onun gibi iyi bir gelin ver bana. Bu evin neşesi eksilmesin.
Güzel ninecik böyle düşünmeye devam ederken birgün oğlunu yanı
başına çağırmış. Düşüncesini söylemiş
ona:
¾ Ey oğul, ben hiçbir iş yapamaz oldum.
İhtiyaçlarımızı karşılayamayacak kadar
yaşlandım. İsterim ki bir gelin gelsin, evimize çeki-düzen
versin. Sen ne dersin oğul?
Delikanlı annesinin söylediklerini bir gün düşünmüş, iki gün
düşünmüş… Sonun da onun da bakıma ihtiyacı olduğuna
karar vermiş. Sonra da;
- Anneciğim sen nasıl istersen öyle olsun, demiş.
Böylece iyi kalpli, tatlı dilli, güler yüzlü bir gelin adayı
aramaya başlamışlar. Ninecik hanım hanımcık
olsun istiyormuş. Çok geçmeden evin içinde üçüncü bir kişi gezinir
olmuş bile. Delikanlıyı evlendirmişler. Gelin hanım
da artık o evin bir parçası olmuş çıkmış.
Önce öyle güzel geçiyormuş ki günleri. Gülüyor,
eğleniyorlarmış hep beraber. Sabah, oğul ile gelin
bahçeye çeki-düzen veriyorlarmış. Sonra delikanlı odun kesmeye
dağa gidiyormuş. Annesi ile eşi kendisini beklediklerinden
işini bitirir bitirmez evin yolunu tutuyormuş. Ne zaman güneş
kızarmaya başlasa, her şeyini toplayıp
düşüyormuş yollara.
Günler haftaları, haftalar ayları kovalamış. Mevsimler
bir bir değişmiş. O eski güzel günler yavaş yavaş
kaybolmaya başlamış. Artık bağrışmalar
dökülüyormuş evin pencerelerinden dışarıya. Zavallı
ninecik bu tartışmalara engel olabilecek hiçbir şey
yapamıyormuş. Çünkü tartışmanın sebebi
kendisiymiş. Gelin, sabah-akşam söylenir olmuş:
- Annene bakmak zorunda değiliz. Onu bu evden götür. Gitsin
yanımızdan. Mutluluğumuza engel oluyor. İstemiyorum onu.
Delikanlı sabırla;
- Nereye gidecek? Onun benden başka kimsesi yok ki, diyormuş. Hem
neden gitsin? O, bizim annemiz. O, bizim en sevdiğimiz olmalı bu
dünyada. Bir köşede oturmaktan başka hiçbir şey yapmıyor.
Neden onu istemiyorsun? Önüne yemek koymasan, günlerce aç kalabilir. Senden
bir lokma istemez. Hiç şikayet etmez. Nedir ondan
alıp-veremediğin. Zaten yapabilecek gücü olsa ne senden bekler
yardım, ne de benden.
Ama bütün bu sözlere rağmen gelin hanım, ısrarla ninenin
gitmesini istiyormuş. Delikanlı bir gece annesinin yanına
varmış. Bir bir söylemiş her şeyi:
- Anneciğim, beni affet. Karım senin bu evden gitmeni istiyor.
Benim de artık ona gücüm yetmiyor.
Ninecik kısık bir sesle;
- Biliyorum evladım, demiş. Her şey den haberim var. Sen hiç
üzülme. Beni buradan çoook uzaklara götür ve bırak. Ben
başımın çaresine bakarım. Beni bir koruyan çıkar.
Delikanlı çok sevdiği annesinden ayrılmayı hiç
istemiyormuş, fakat karısının sözlerini duymaktan da
bıkmış. Bu yüzden bir gün sabahın aydınlığı
ortaya çıkmadan, horozlar yeni yeni uyanıyorken annesinin koluna
girmiş ve birlikte ağır ağır yürümeye
başlamışlar. Evden belki on, belki yirmi kilometre, belki de
daha fazla uzaklaşmışlar. Bir vadiye gelmişler.
Akşam olmak üzereymiş. Delikanlı annesine;
- Anneciğim, seni getirebileceğim tek yer burası, demiş.
Beni affet.
Ninecik yüzünde minik bir tebessümle oğlunu uğurlamış:
- Güle güle evladım. Dertler sizden uzak olsun. Hep mutlu olun
inşallah. Hadi yolun açık, yüreğin ferah olsun.
Delikanlı, annesini akşam vakti o vadide bırakmış
evine dönmüş. Günler geçmiş üzerinden. Fakat içi bir türlü rahat
etmiyormuş. Aklına kötü kötü şeyler geliyormuş,
uykularından korkuyla uyanıyormuş:
- Kim bilir orada ne büyük kurtlar, vahşi hayvanlar vardır. Annemi
belki de paramparça etmişlerdir.
Karısına da söyleniyormuş:
- Yarın annemi bıraktığım yere gittiğimde, onu
bulamayacağımdan eminim. İstediğin oldu işte. Bunun
için mutlusundur. Ama ben annemi kendi ellerimle öldürdüm. Bunu nasıl
yapabildim, nasıl senin sözlerinle annemi dağ başına
attım!
Karısı ise bu sözleri hiiiiç mi hiç umursamıyor,
duymazlıktan geliyormuş. Onun bu hâlini gören delikanlı daha
bir öfkeleniyor, daha bir kendisine kızıyormuş.
Ertesi sabah, delikanlı koşa koşa vadiye gitmiş. Bir
yandan da kendi kendine;
- Hiç olmazsa annemin kemiklerini toplayıp toprağa gömeyim, diye
düşünüyormuş.
Fakat delikanlı vadiye vardığında gözlerine
inanamamış. O da nesi. Bu vadi sanki o vadi değil. Cennetten
bir köşe olup çıkmış. Kurtlar yerine her yanda güzel
gözlü ceylanlar geziniyormuş. Annesinin çevresinde
dolaşıyorlar, onun dizlerinde uyuyorlarmış.
Delikanlı heyecanla annesinin yanına koşmuş:
- Anne! Anne, şükürler olsun ki yaşıyorsun. Hâlâ buradasın!
Güzel ninecik güler yüzle karşılamış oğlunu.
Sevgiyle kucaklaşmışlar. Delikanlı merakla sormuş
olanları. Ninecik de anlatmış:
- Sen gittikten sonra bol bol dua ettim. Sonra bu güzel hayvanlar geldi
buraya. Beni hiç yalnız bırakmadılar. Bana yiyecek
getiriyorlar. Var git yoluna oğul, ben burada rahatım. Merak da
etme.
Delikanlı, annesi her ağzını açtığında
daha çok hayrete düşüyormuş. Çünkü annesi konuşurken
ağzından çil çil altın saçılıyormuş yerlere.
Güzel yüzünde güller açmış sanki. Her taraf mis gibi
kokuyormuş. Gözlerine inanamamış. Biraz daha
oturmuş annesinin yanında. Sonra düşünceli düşünceli yola
koyulmuş.
İçi rahat, sevinçle dönmüş evine. Haberi karısına vermek
için sabırsızlanıyormuş. Nihayet karısı bütün
olanları öğrenince çıldırmış:
- Ne! Olamaz! Çabuk benim de annemi o vadiye götür. Mutlaka o vadinin sihirli
güçleri vardır. Benim de annemin ağzından çil çil altın
dökülür. Ne çok zengin olacağım, düşünsene. Çabuk ol! Ne duruyorsun
daha?
Delikanlı annesinin ağzından dökülen altınlara
şaşırmaktan vazgeçip karısının bu halini
hayretle seyretmeye koyulmuş. Ama diyecek söz bulamamış. Neler
olacağını merak ederek karısının annesini de
almış o vadiye götürmüş. Vadiye bıraktıktan sonra
evine dönmüş. Ertesi sabah sabırsızlıkla karısı
onu vadiye göndermiş:
- Şu keseleri de yanına al. Altınları doldur içine. Hiç
oyalanmadan geri gel. Altınlarıma bir ân önce kavuşmak
istiyorum. Kim bilir ne kadar çok olmuşlardır. Köşklerde
yaşayacağım artık. Muhteşem bir şey bu.
Hizmetçilerim olacak. Şu evin içinde yaşlanıp gitmekten
kurtulacağım. Zengin olacağım, zengin!
Karısı böyle hayâl kura dursun, delikanlı vadiye doğru
yola çıkmış. Fakat vadiye vardığında gördükleri
onu çok korkutmuş. Vadi, o vadi değil sanki. Ceylanlar gitmiş
yerine dev kurtlar gelmiş. Üzgün bir şekilde eve dönmüş
delikanlı. Karısına bütün gördüklerini anlatmış:
- Annen ölmüş. Kurtlar onu paramparça etmiş. Bulduğum parçaları
toprağa gömdüm. Annemi görmedim. Orada değildi. Ceylanlar onu
alıp kim bilir nereye götürdü.
Karısı hiçbir şey söyleyememiş. Susmuş… susmuş…
günlerce, aylarca tek kelime etmemiş. Ve bir daha da hiiiç
konuşmamış Nazife
ÇİFÇİOĞLU |